Toplumlar, sadece nüfus sayıları ya da ekonomik göstergelerle ölçülmez. Bir toplumun sağlığı; sokaklarında yankılanan kahkahalarda, okul bahçelerinde koşan çocuklarda, evlerine umutla dönen işçilerde, gençlerinin hayallerinde ve yaşlılarının duasında gizlidir. Fakat artık bu sesler azalıyor, yerini sessiz çığlıklar alıyor.
Sosyolojik açıdan baktığımızda, bireyin toplumla kurduğu bağın zayıfladığı her anda, yalnızlık yayılır; toplumsal dayanışma, bireysel kaygılar karşısında yavaş yavaş erir. Eskiden mahallenin yaşlısı çocuğa sahip çıkardı, şimdi sokaktaki çocuğa bakan gözler bile yok. Komşuluk yerini güvenlik kameralarına, sohbet yerini soğuk duvarlara bıraktı.
Modernleşme, bireyi özgürleştirirken, toplumu birbirinden uzaklaştırdı.
Psikolojik boyutta ise, bu kopuşun yarattığı duygusal yoksunluk her geçen gün daha da derinleşiyor. Depresyon, kaygı bozuklukları, öfke patlamaları… Bunların hepsi yalnızca bireysel değil; toplumsal bir çöküşün dışavurumudur. İnsan, sevgi görmediği yerde savunmaya geçer; anlaşılmadığı yerde öfkelenir; değer görmediği yerde ya susar ya da bağırır.
Bugün sustuğumuz kadar da bağırıyoruz aslında.
Medya, her gün bir başka kadına uygulanan şiddeti, bir başka gencin sokakta son bulan hikâyesini haber yapıyor. Ama bir sonraki gün, aynı şey bir başka isimle yeniden yaşanıyor. Çünkü biz, sadece sonuçlarla ilgileniyoruz; sebeplerle değil. Oysa sorunlar çığ gibi büyürken, köklerine inmeyen hiçbir çözüm kalıcı olamaz.
Eğitimde, ailede, sokakta, iş yerinde – her yerde bir yeniden inşaya ihtiyacımız var. Empatiyle, sabırla, merhametle yeniden başlamaya. Çünkü bir toplum ancak en kırılgan bireyinin sesi duyulduğunda iyileşebilir.
Bugün sessiz kalan çığlık, yarın bizim evimizin duvarlarında yankılanabilir. Bu yüzden duyarsız kalmak değil, duyarlı olmak bir tercihten öte; bir sorumluluktur.
Birlikte İyileşebiliriz
Toplumsal yaralar yalnızca devletten ya da uzmanlardan medet umarak iyileşmez. Her birimiz, bu iyileşme sürecinin aktif bir parçası olabiliriz. Mahallede selam vermekle, bir çocuğun gözlerine bakmakla, susan bir dostun omzuna dokunmakla başlar bu değişim. Empati kurmak, sadece karşımızdakini anlamak değil; onun acısını kendi yüreğimizde hissedebilmektir.
Eğitim sistemimizde psikolojik sağlamlık ve değerler eğitimi yeniden inşa edilmelidir. Medya dili; şiddeti değil çözümü, korkuyu değil umudu beslemelidir. Aileler; otoriteyi değil iletişimi, baskıyı değil sevgiyi öğrenmelidir. Ve bizler; “Bana ne?” demek yerine, “Ben ne yapabilirim?” demeyi öğrenmeliyiz.
Çünkü toplum, yalnızca yapılarla değil; vicdanlı bireylerle ayakta kalır.
Haydi, yeniden başlayalım… Birbirimizi görerek, duyarak, anlayarak. Belki tek başımıza dünyayı değiştiremeyiz, ama bir insanın dünyasını değiştirebiliriz.
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER
YORUMLAR