Modern çağın ilişkilerinde en sık duyduğumuz öğütlerden biri şudur:
“İçindeki çocuğu iyileştirmeden sağlıklı bağ kuramazsın.”
Bağımlılığa ya da düşkünlüğe dayalı ilişkiler yaşayan bireylerin terapi yolculukları, neredeyse istisnasız, onları çocukluklarının karanlık odalarına geri götürür. Çünkü psikanalizden bilişsel yaklaşıma kadar pek çok terapi biçimi, yetişkinlikteki yakınlık arzusunun çocukluk deneyimleriyle kurduğu gizli ittifakı ortaya koyar.
Bu düşünceler, Öğr. Gör. Deniz Gönüllü ile birlikte kaleme aldığımız İçimizdeki Çocuk adlı kitabın da çıkış noktasını oluşturdu. Milli Kütüphane’de ücretsiz erişime açık olan bu çalışma, yalnızca teorik değil; saha verilerine dayanan kapsamlı bir araştırma sunuyor. Çocukluk travmalarının yetişkin ilişkilerindeki yansımalarını hem bilimsel hem de duygusal bir dille ele alırken, okuyucuyu kendi iç dünyasının en kırılgan dönemine bakmaya davet ediyoruz.
Geçmişten Kurtuluş Neden Bu Kadar Zorunlu?
İnsanın mahremiyetle kurduğu bağ, yalnızca bugünün arzularından değil, geçmişin yankılarından da beslenir. Psikoterapist Alice Miller’ın şu uyarısı bu gerçeği çarpıcı biçimde özetler:
“Geçmişimizi bilmek, onun kölesi olmamak için tek şanstır.”
Miller’ın bu sözü, çocukluk yaralarını görmezden gelen yetişkinlerin bilinçdışı bir tekrar zorunluluğu ile benzer ilişkileri yeniden kurduğunu gösterir. Yani geçmişi bilmeden özgürleşmek mümkün değildir.
Sosyolog Anthony Giddens ise modern yakınlığı “saf ilişki” kavramıyla tanımlar ve ekler:
“Modern aşk, geçmişin zincirlerinden kurtulma vaadiyle güç kazanır, fakat geçmişten bağımsız bir bağlanma imkânsızdır.”
Bu yaklaşım, bireyin özerkliğini ararken aslında köklerine dönmesi gerektiğini hatırlatır.
Bir başka çarpıcı yorum da psikanalist Donald Winnicott’tan gelir:
“Bir çocuk bir başkasının zihninde güvenle var olabildiğinde, yetişkin de kendi yalnızlığını taşıyabilir.”
Winnicott’un sözleri, güvenli bağlanmanın kökeninin erken dönemdeki bakım ilişkilerinde saklı olduğunu ortaya koyar.
Terapi Odasından Toplumsal Sahneye
Deniz Gönüllü ile birlikte yaptığımız saha çalışması, yalnızca bireysel terapiye değil, toplumsal dinamiklere de ayna tutuyor. Günümüz kültüründe “özgür aşk” ve “bağımsızlık” sloganları yükselirken, derin bağ kurma arzusunun çocuklukta şekillenen güven ihtiyacıyla ne kadar iç içe geçtiğini verilerle gösteriyoruz. İlişkilerinde sürekli aynı çıkmazları yaşayan kişilerin büyük bölümünde erken dönem ihmal ve duygusal yoksunluk öyküleri istatistiksel olarak dikkat çekici biçimde öne çıkıyor.
Yetişkinliğe Giden Yol, Çocukluğun Kapısından Geçer
İçimizdeki çocuğu iyileştirmek, geçmişi silmek değil; onunla yeni bir ilişki kurmaktır. Bu, ne nostaljik bir geri dönüş ne de acının sürekli tekrarıdır. Tam tersine, kendi çocukluk hikâyemizi kucaklamak; bugünün ilişkilerinde özgür ve gerçek bir yakınlık kurmanın ön koşuludur.
Deniz Gönüllü ile birlikte kaleme aldığımız İçimizdeki Çocuk kitabı, terapi odasının sessiz hakikatini toplumun geniş sahnesine taşıyor ve şu gerçeği hatırlatıyor:
Geçmişi iyileştirmeden gelecek kurulmaz
Mahremiyete giden yolun en önemli durağı, belki de en uzun zamandır görmezden geldiğimiz o küçük, kırılgan ve bir o kadar güçlü çocuğun elini tutmaktır.
Günümüzde koruyucu ruh sağlığı kavramı her zamankinden daha büyük önem taşıyor. Artık sorunlar ortaya çıkmadan önce ruhu korumaya ve güçlendirmeye yönelik pek çok bilimsel çalışma ve yöntem mevcut. Ortaya çıkan duygusal ya da ilişkisel zorlukların ise elbette çözümü mümkün. Bu çözüm yolları arasında özellikle EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) yaklaşımı, travmaların ve olumsuz deneyimlerin etkisini azaltmada öne çıkan güçlü tekniklerden biri olarak dikkat çekiyor. Kişinin geçmişin yüklerinden arınmasına, içsel dengelerini yeniden kurmasına ve sağlıklı ilişkiler geliştirmesine önemli katkılar sağlıyor.
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER
YORUMLAR