Toplum yaşamında sıkça gözlemlediğimiz fakat çoğu zaman üzerinde yeterince düşünmediğimiz bir çelişki vardır: İnsanların en yakın çevrelerine karşı sergiledikleri olumsuz tutumlar ile topluma sundukları olumlu imaj arasındaki belirgin fark. Halk arasında bu olgu, “eli dışarıya iyi” şeklinde tarif edilir.
Ev içinde çocuğuna sevgisiz ve otoriter yaklaşan bir ebeveynin, sokakta başkasının çocuğuna şefkatle yaklaştığına; aile ortamında sürekli eleştiren ve baskıcı bir bireyin, dış çevrede nazik ve yardımsever bir profil çizdiğine sıkça tanıklık ederiz. Bu durum, bireyin toplumsal rollere uyum sağlamak adına geliştirdiği psikososyal maskelerin doğrudan bir yansımasıdır.
Toplum tarafından olumlu algılanma ve sosyal onay alma ihtiyacı, bireyin dış dünyaya yönelik davranış repertuarını büyük ölçüde şekillendirir. Buna karşılık, özel alan olarak görülen aile ortamında aynı özen çoğu zaman gösterilmez. Bunun nedeni, ev içi ilişkilerde denetim ve toplumsal geri bildirim mekanizmasının zayıf olmasıdır. Bu alan, bireyin daha “rahat” ve filtrelenmemiş kişilik özelliklerini sergilediği bir zemin haline gelir.
Tam da bu yüzden, bir çocuk maruz kaldığı aile içi olumsuz deneyimleri dış dünyaya aktarmakta güçlük çeker. Çünkü çevresi, o ebeveyni toplum içinde nazik, güleryüzlü ve sevgi dolu bir figür olarak görür. “Az önce komşunun çocuğuna çikolata uzatan kişi mi kötü olabilir?” veya “Sabahları herkese güleryüzle günaydın diyen biri eşine şiddet mi uygular?” gibi sorgulamalar, çocuğun söylemlerine olan inancı zayıflatır ve onu yalnızlaştırır.
Bu tür davranış örüntülerinin ardında derin sosyolojik ve psikolojik dinamikler yer almaktadır. Birey, içinde bulunduğu kültürel yapının beklentileri doğrultusunda, kamusal alanda sosyal kabul görecek bir ideal benlik imajı inşa eder. Fakat bu imaj, gerçek duygusal ve bilişsel süreçlerle her zaman örtüşmez. Aile içi ilişkilerde ise bastırılmış öfke, yetersizlik duyguları ve çözülmemiş içsel çatışmalar daha görünür hale gelir.
Bu noktada önemli olan, bireyleri yalnızca toplumsal yüzeydeki davranışlarıyla değerlendirmemektir. İnsan davranışı, farklı sosyal bağlamlarda çok boyutlu ve değişkenlik gösterebilir. Gerçek iyilik, bağlama göre değişmeyen ve her ortamda tutarlılık sergileyen davranış örüntülerinde kendini gösterir.
Sonuç olarak, görünene aldanmak, bireyin toplumsal rollerle gerçek kişiliği arasındaki mesafeyi gözden kaçırmak anlamına gelir. Bu nedenle gerek akademik çalışmalarımızda gerekse günlük yaşamın gözlemlerinde, insan davranışını çok boyutlu, bağlamsal ve eleştirel bir perspektiften değerlendirmek son derece önemlidir.
Ve unutmamak gerekir ki;
asıl karakter, başkalarının bakmadığı yerde sergilenen davranışta saklıdır.
Bir insanın gerçek yüzü, toplumun değil; en yakınının gözünde belirir.
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER
YORUMLAR