Toplumlar, yalnızca büyük felaketlerle değil, küçük ve sürekli ihmal edilen çatlaklarla da çöker. Bugün şehirlerimizin kalabalık sokaklarında, okullarımızın koridorlarında, evlerimizin duvarları arasında yankılanan bir sessizlik var. Bu sessizlik; ihmalin, duyarsızlığın ve giderek derinleşen bir kopuşun sesi. Görünmeyen yaralar taşıyoruz. Ve bu yaralar artık sadece bireysel değil, kolektif bir toplumsal buhrana işaret ediyor.
Küreselleşmenin beraberinde getirdiği hızlı yaşam, bireyin yalnızlaşmasını pekiştirdi. Bir yanda sosyal medya aracılığıyla sahte bağlarla birbirine tutunmaya çalışan insanlar; diğer yanda, yüz yüze iletişimin yerini dijital mesafelere bıraktığı, gerçek duyguların yerini gösterişli paylaşımların aldığı bir çağda yaşıyoruz. Aile içi iletişim zayıflarken, mahalle kültürü yok olurken, birey yalnızlığıyla baş başa kalıyor. Ne acıdır ki, kalabalıklar içinde tek başına kalmak, artık sıradışı bir hâl değil, olağan bir durum haline geldi.
Eğitim sistemimizde bilgiye ulaşmak kolaylaşırken, değer eğitimi ihmal ediliyor. Okuyan ama anlamayan, ezberleyen ama sorgulamayan, mesleki olarak ilerleyen fakat etik ve empati yoksunu bir nesil yetişiyor. Bu, sadece bireylerin değil, toplumun geleceğini de tehdit eden bir durum. Çünkü bir toplumun gerçek ilerlemesi, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ahlaki, kültürel ve ruhsal temellerle mümkündür.
Kadınlar hâlâ temel haklar mücadelesi verirken, çocuklar hâlâ sokakta çalışmak zorunda kalırken, gençler gelecek kaygısıyla umutsuzluğa sürüklenirken, yaşlılar yalnızlığa terk ediliyor. Bu saydıklarımızın hiçbiri yeni değil. Ancak biz bunlara artık alıştık. Alıştıkça duyarsızlaştık, duyarsızlaştıkça da toplumsal empati refleksimizi kaybettik.
Şiddetin yalnızca fiziksel değil; psikolojik, ekonomik ve dijital biçimleriyle hayatlara sızdığı bu çağda, şiddetin görünmeyen yüzünü tartışmak da sorumluluğumuz. Sessiz çığlıkları duymak, sadece sosyal hizmet uzmanlarının değil; öğretmenin, doktorun, komşunun, hatta sokakta yürüyen her bireyin ortak sorumluluğu hâline gelmeli.
Çünkü toplum dediğimiz şey, sadece bireylerin toplamı değildir. Toplum; aralarındaki bağlarla, ortak değerlerle, birbirini kollayan gözlerle, iyiliği paylaşan ellerle var olur. Bu bağlar koparsa, birey güçlü olsa bile toplum zayıf düşer.
Birlikte İyileşmenin Yolları:
1. Toplumsal Empati Eğitimi: Okullarda sadece akademik başarı değil, empati, sorumluluk ve etik değerler üzerine yapılandırılmış bir eğitim modeli geliştirilmelidir.
2. Yerel Dayanışma Ağları: Mahalle düzeyinde sosyal dayanışmayı artıracak, yaşlı, çocuk ve dezavantajlı bireylerin yalnız kalmasını engelleyecek yerel ağlar kurulmalıdır.
3. Aile İçi İletişim Programları: Ailelerin iletişim becerilerini güçlendirecek rehberlik ve danışmanlık hizmetleri yaygınlaştırılmalıdır.
4. Sessiz Travmalar İçin Psikolojik Destek: Ekonomik durumu gözetmeksizin, herkesin ulaşabileceği ücretsiz psikolojik destek merkezleri yaygınlaştırılmalıdır.
5. Toplumsal Farkındalık Kampanyaları: Medya yoluyla şiddetin farklı yüzleri, ihmalin sonuçları ve toplumsal duyarsızlık hakkında bilgilendirici kampanyalar yapılmalıdır.
Bugün bu satırları okuyan her bir birey, yalnızca okuyucu değil; değişimin potansiyel bir taşıyıcısıdır. Sessizliğe ses, uzaklığa köprü, yaraya merhem olmak için küçük bir adımın büyük farklar yaratabileceğini unutmayalım. Çünkü toplum dediğimiz o büyük yapı, aslında hepimizin aynasıdır.
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER
YORUMLAR