Başlıksız Bir Yarın: İnsanlık Nereye Koşuyor
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER

Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER

Başlıksız Bir Yarın: İnsanlık Nereye Koşuyor

21 Temmuz 2025 - 11:03

Günümüz dünyasında yankılanan, sessiz ama derin bir çığlık var: 

“Artık hiçbir şeyin anlamı yok.” 

Bu cümle, yalnızca bireysel bir hayal kırıklığını değil; aynı zamanda çağımızın ortak ruhsal ve düşünsel kırılmasını ifade ediyor. İnsanlar sabahları yataktan kalkmak için bir neden bulmakta zorlanıyor. Hayatlarına yön verecek güçlü bir amaç duygusuna ulaşmak gitgide zorlaşıyor. Umut, yerini belirsizliğe; merak, yerini tedirginliğe bırakıyor. 

Peki, nasıl oldu da insan bu denli yönsüz, bu denli köksüz kaldı?

Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernlik” kavramı bu tablonun bir açıklamasını sunuyor. Ona göre içinde yaşadığımız çağ, insanlara sınırsız seçenekler ve hızlı değişim vaat ediyor; ancak bu özgürlük, aynı zamanda bireyin üzerine ağır bir sorumluluk ve belirsizlik yükü bindiriyor. İnsan artık geleneksel bağlardan, sabit kimliklerden ve kolektif anlam haritalarından yoksun. 

Bauman’a göre modern birey, sürekli bir “şimdi”nin içinde sıkışmış durumda: geçmişle sağlıklı bir bağ kuramıyor, geleceğe ise istikrarla uzanamıyor. 
Bu yüzden zaman, yalnızca ilerlemiyor; aynı zamanda anlamını da yitiriyor. İnsan, bir nehrin ortasında rotasını kaybetmiş bir tekne gibi, nereye gittiğini bilmeden sürükleniyor.

Sosyolog Anthony Giddens ise bu anlam kaybını “geç modernlik” döneminin getirdiği kimlik krizine bağlıyor. 

Ona göre modern birey, kimliğini dışsal normlara göre değil, sürekli değişen içsel süreçlerle inşa etmek zorunda. Bu, bireye esneklik kazandırsa da, aynı zamanda sürekli bir belirsizlik ve tatminsizlik hali yaratıyor. Kurumsal yapılar çözülüyor, aidiyet duyguları zayıflıyor, ilişkiler yüzeysel hale geliyor. 

İnsan, yalnızca topluma değil, kendine de yabancılaşıyor. Bu yabancılaşma, bireyi içsel bir boşlukla baş başa bırakıyor. Kim olduğunu, neye inandığını ve ne için yaşadığını bilememek, varoluşun en derin sancılarından biridir.

Ancak bu mesele yalnızca sosyolojik bir tartışma değildir. Aynı zamanda psikolojik, hatta psikiyatrik boyutları olan bir varoluşsal krizin içindeyiz. 

Psikiyatrist Viktor E. Frankl, insanın en temel güdüsünün haz değil, anlam arayışı olduğunu savunur. Nazi toplama kamplarında yaşadığı deneyimlerle temellendirdiği bu görüş, bugün dahi büyük bir geçerlilik taşır. Frankl’a göre insan, yaşadığı acılarla değil; o acıların içinde bulabildiği anlamla ayakta kalır. Bugünün bireyi ise anlamı dışsal başarılarla, unvanlarla, mülkiyetle ya da takdirle eş tutmakta. 

Oysa anlam, dışsal bir ödül değil, içsel bir keşiftir.

Irvin D. Yalom ise bireyin yüzleşmekten kaçındığı temel gerçekliğin, ölümlülük bilinci olduğunu ifade eder. Ona göre insan, ölüm düşüncesini bilinçdışına iter; ama bu bastırılmış gerçeklik, hayatın sıradan anlarında kaygı olarak kendini gösterir. 

Modern birey artık sadece ölmekten değil, tam anlamıyla yaşayamadan yaşlanmaktan korkuyor. Çünkü hayat, hızın ve işlevselliğin içinde bir ritüele dönüşmüş durumda. Ritüellerin anlamı yoksa, tekrarlar da sadece yorgunluk üretir.

İşte bu noktada şu soruyu sormak kaçınılmaz hale geliyor: 

Bu mutsuzluk çağında, gerçekten bir çıkış yolu var mı?

Belki de cevap, “mutlu olma” takıntısını bir kenara bırakmakla başlıyor. Anlamlı bir hayatın peşinden gitmek, kalıcı bir iç huzurun ilk adımı olabilir. Anlam; sadece büyük ideallerde ya da kahramanca eylemlerde değil, bir çocuğun gözlerine bakmakta, yaşlı bir insanın elini tutmakta, sabah uyanıp kendimize “Bugün kime iyi gelebilirim?” diye sormakta gizlidir. Belki de anlam, sahip olduklarımızda değil; paylaşabildiklerimizdedir.

Bu anlam arayışı için bazen yavaşlamak gerekir. Yön değiştirmek, bazı şeylerden vazgeçmek, içsel bir sessizliğe çekilmek gerekir. Çünkü hayat, düz bir çizgi ya da sürekli ileri gitmesi gereken bir yarış değildir. Bazen en değerli yanıtlar, geriye döndüğümüzde ya da durmayı seçtiğimizde ortaya çıkar.

Toplumlar ilerleyebilir, şehirler büyüyebilir, teknoloji gelişebilir; ama insanın içsel iklimi, hâlâ o derin “neden” sorusunun cevabını arıyor. 

Belki de başlıksız bir yarından korkmak yerine, bugünün içinde küçük bir anlam tohumu ekmek yeterlidir. Çünkü bazı yarınlar, bugünün içindeki anlamı fark ettiğimizde başlar.

Ve insan, o zaman yeniden yürümeye başlar — bu kez nereye gittiğini bilerek…

Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER

YORUMLAR

  • 6 Yorum
  • Kürşat Şahin YILDIRIMER
    4 gün önce
    Teşekkür ederim
  • Konuralp
    5 gün önce
    İnsanın bayramı sevindiğinden çok sevindirdiği kadar bayram olmasında saklı. Kimileri çok yüksekte kimileri aşağılarda arıyor mutluluğu belki de mutluluk insanın boy hizasında saklı...
  • Nükte
    5 gün önce
    Uyum uyumlanmak akış trafik nasıl akıyorsa ben onun üstüne mi yürüyorum akışı hissediyor muyum ? Nasıl kullanıyorum ? Hissedip doğru kullanıyor muyum ? Teşekkürler hocam bilgilerinize sağlık.
  • Kürşat Şahin YILDIRIMER
    4 gün önce
    Rica ederim.
  • Kürşat Şahin YILDIRIMER
    5 gün önce
    Rica ederim sağolasın
  • İrem Aytaş
    5 gün önce
    Bauman”ın *şimdi* ye sıkışmış insan tespitini çok güzel yorumlamışsınız hocam, çok keyifli bir yazıydı, teşekkür ediyorum.