Modern insanın en büyük sancılarından biri, kim olduğunu değil, “hangi kimliğini” yaşatmaya çalıştığını bilmemesidir. Sabah işe giderken taktığı profesyonel maskeyle akşam evdeki baba, anne ya da çocuk kimliği arasında mekik dokuyan birey; sosyal medya profillerinde bambaşka bir persona sergileyerek çoklu bir varoluşun yükünü sırtlamaktadır.
Bu, yalnızca bir yorgunluk değil; bir benlik krizi, bir parçalanma halidir.
“Kendin ol” derler… Ama hangisi?
Zygmunt Bauman, Akışkan Modernite adlı eserinde, bireyin artık sabit kimliklerle değil; sürekli değişen, akışkan rollerde var olmaya zorlandığını belirtir. “Kimlik artık verilmez, inşa edilir” der Bauman; ancak bu inşa süreci bir özgürlük değil, bir baskıya dönüşmektedir.
Çünkü birey, bir yandan iş dünyasının beklentileriyle “profesyonel kimlik” üretirken; öte yandan sosyal çevresinin, ailesinin, hatta sanal ortamın talepleriyle çelişen onlarca rolü aynı anda üstlenmektedir.
Peki bu çoklu kimlik yükü, bireyi nerede yorar?
İş hayatı mı insanı şekillendiriyor, yoksa insan işini mi?
Alman sosyolog Jürgen Habermas, kamusal alan ile özel alan arasında net bir ayrım yapılması gerektiğini savunur. Oysa günümüzde bu sınırlar bulanıklaşmış, iş kimliği bireyin tüm benliğini kuşatmıştır. Kariyer hedefleri, terfi baskıları ve profesyonel imaj takıntısı, bireyin içsel değerlerini bastırmasına neden olur. “Gerçek benlik” değil, “işlevsel benlik” ön plandadır. Bir CEO’nun ağladığı bir fotoğraf, bir öğretmenin kendi çocuğuna bağırdığı bir an, “uygunsuz” bulunur. Çünkü toplum artık bireyden değil, rollerin kusursuz icrasından tatmin arar.
Sosyal kimlik: Ait olmanın yükü mü?
Fransız düşünür Pierre Bourdieu, kimliğin büyük ölçüde habitus —yani içinde büyüdüğümüz sosyal koşulların şekillendirdiği alışkanlıklar ve beklentiler— tarafından belirlendiğini savunur.
Ancak modern birey, bu habitus’un dışında da bir kimlik üretmeye zorlanır: daha “cool”, daha “farklı”, daha “marka” biri. Yani kişi sadece toplumun içinde değil, toplumun ona biçtiği rollerin ve etiketlerin içinde de kaybolmaktadır. Ve ne tuhaftır ki; bu rollerden hiçbirinde tam anlamıyla kendini bulamaz.
Kimliğin çoğalması, varoluşun dağılmasıdır
Çoklu kimlik, çoklu yorgunluk demektir. Her ortamda başka biri olma zorunluluğu, bireyin öz benliğiyle bağ kurmasını zorlaştırır. Bu durum özellikle iş kimliği ile sosyal kimlik arasında sıkışıp kalan bireylerde tükenmişlik, yabancılaşma ve hatta depresyona yol açabilir. Kendisi olmaktan çok, kendisinden bekleneni oynamaya başlayan birey, bir süre sonra “gerçek ben kimim?” sorusuyla baş başa kalır.
Psikolojik açıdan bu durum “rol çatışması” ya da “benlik dağılması” olarak tanımlanabilir. Kimlikler arası geçişlerde esneklik, bir beceri olarak görülebilir; ancak bu esneklik eğer benliğin çekirdeği yok sayılarak gerçekleşiyorsa, bireyi kendi içinde bir yabancıya dönüştürür.
Çözüm ne olabilir?
Her şeyden önce bireyin kimliklerine sahip çıkabilmesi için, öz benliğiyle düzenli temas kurması gerekir. Bu da sadece iş unvanlarıyla değil; duygularla, değerlerle ve aidiyetlerle tanımlanmış bir iç ses geliştirmekle mümkündür. Kimliklerimiz arasında bir hiyerarşi kurmadan, hepsine içsel bir anlam yükleyebildiğimizde; dışsal beklentilere karşı daha dirençli hale geliriz.
Sosyolog Erving Goffman, hayatı bir “sahne” olarak tanımlar ve insanların farklı sahnelerde farklı roller oynadığını söyler.
Ancak Goffman’ın da altını çizdiği gibi, önemli olan sahne arkasında kalan “gerçek kişiliği” koruyabilmektir. Sahne bittiğinde kim olduğumuzu unutmayacaksak, ne kadar rol oynadığımızın bir önemi kalmaz.
Sonuç olarak:
Modern toplum bize çok kimlik sundu; ama tek bir benlik bıraktı. O da çoğu zaman göz ardı edilmiş, bastırılmış ve yorgun bir benlik. Bugünün insanı, kariyeriyle özdeşleşmeden, sosyal çevresine yabancılaşmadan ve dijital kimliğine mahkûm olmadan kendini yeniden tanımlamak zorundadır.
Çünkü kimlik bir kostüm değil; insanın ruhuna sinmiş bir varoluştur.
Kimliğini Arayanlara Bir Çağrı
Kendinizi bazen iş unvanınızda, bazen ailenizdeki rolünüzde, bazen de sosyal medyada yansıttığınız bir görüntüde mi kaybolmuş hissediyorsunuz?
İç sesinizin giderek kısıldığını, gerçek “siz” ile dış dünyanın beklentileri arasında sıkışıp kaldığınızı mı düşünüyorsunuz?
Unutmayın, bu karmaşa yalnızca sizin yaşadığınız bir durum değil. Modern hayatın getirdiği çoklu roller, pek çok insanın benliğinde sessiz çatışmalar yaratıyor.
Ancak bu sessizlik, anlaşılmayı bekleyen bir çığlığa dönüşmeden önce fark edilebilir ve dönüştürülebilir.
Eğer siz de kendi kimliğinizi yeniden tanımlamak, içsel dengeyi bulmak ve bastırılmış benliğinizle temas kurmak istiyorsanız, bir uzmandan destek almak yaşamınızda yeni bir kapı aralayabilir.
: Profesyonel bir bakış açısı, yolunuzu aydınlatabilir.
: Sessizliğinizi dinleyen biri, iç sesinizi yeniden duyurabilir.
: Yönünüzü kaybettiğinizi hissettiğinizde, profesyonel bir destek eşliğinde hayat haritanıza yeniden bakmak, rotanızı yeniden çizmenize yardımcı olabilir.
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER
YORUMLAR