“Hayat çok garip, maskeli balo…”
İlk bakışta bir edebi benzetme gibi görünse de bu cümle, modern bireyin ruhsal ve toplumsal tablosunu çarpıcı biçimde resmediyor. Günümüz insanı artık kimliğini değil, rolünü yaşıyor. Var olmaktan çok, görünür olmanın peşinde. Ve bu görünürlük, giderek daha fazla bir performansa; bir maskeye dönüşüyor.
İnsanların sahici ilişkiler kurmak yerine, takındıkları kimliklerle birbirine temas ettiği bir çağdayız. Bu maskeler sadece gündelik hayatta değil; sosyal medya profillerinde, iş toplantılarında, akademik platformlarda, hatta aile içindeki rollerimizde bile kendini gösteriyor.
Toplumsal yapı içinde bireyin kendini sunma biçimlerini en iyi anlatan isimlerden biri olan Erving Goffman, bireyin sosyal yaşamda bir nevi sahneye çıktığını ve sürekli bir rol oynadığını belirtir. Goffman’a göre bu roller, toplumun beklentileri doğrultusunda şekillenir.
Ancak mesele artık sadece Goffman’ın sözünü ettiği sosyal maske meselesi değil. Bugünün bireyi, fiziksel kimliğinden çok dijital kimliğiyle anılmakta; kendi sesinden çok, algoritmaların yönlendirdiği bir imajla varlık göstermektedir.
Bu bağlamda, Prof. Dr. Derya Berrak ile birlikte yürüttüğümüz ve son dönemde akademik çevrelerde de geniş yankı uyandıran çalışmamızda, dijitalleşmenin bireyin kimlik algısı üzerindeki etkilerini detaylı şekilde inceledik.
“Dijital Toplumda Kimlik, Görünürlük ve Yabancılaşma” başlıklı bu çalışmamızda, şu temel sonuca ulaştık:
“Dijitalleşme, bireyin toplumsal temsillerini çeşitlendirirken; aynı anda benlik algısını parçalamakta, sahicilikle temsil arasındaki sınırları silikleştirmektedir. Birey artık kendisi gibi değil, onay alabileceği versiyonu gibi davranmaya başlamıştır.”
(Yıldırımer & Berrak, 2022)
Bu durum bireyin içsel bütünlüğünü zedelerken, toplumun da ilişki kurma biçimlerini dönüştürmektedir. Artık insanlar birbirine yüzleriyle değil, kullanıcı adlarıyla yaklaşmakta; etkileşimler derinlikten değil, görünürlükten beslenmektedir.
Bu gerçekliği açıklarken, Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernlik” kavramı bize önemli bir yol gösterici oluyor. Bauman’a göre günümüz insanı, sürekli değişen yapılar içinde kimlik üretmeye zorlanmakta ve bu üretim sürecinde kendine bile yabancılaşmaktadır. Oysa kimlik, bir inşa süreci değil; bir köklenme ihtiyacıdır. Dijital toplum ise bireyi köklerinden değil, görüntüsünden ibaret bırakmaktadır.
Bizim araştırmamızda özellikle şu nokta dikkat çekicidir: Dijital ortamlarda geçirilen zaman arttıkça, bireylerin içsel tutarlılık düzeyi düşmekte; sahte benlik oluşturma eğilimi artmaktadır. Bu da kaçınılmaz olarak yalnızlaşmaya, anlam kaybına ve ilişkilerde yüzeyselleşmeye neden olmaktadır. Çünkü ne kadar çok maske varsa, o kadar az samimiyet vardır.
Bireyin kimliğini koruyabilmesi için sadece kendini tanıması değil, aynı zamanda dijital etkiler karşısında farkındalık geliştirmesi gerekmektedir. Aksi hâlde birey, başkalarının görmek istediği versiyonuna dönüşerek, kendi benliğinden uzaklaşacaktır.
SON SÖZ:
Hayatın bu maskeli balosunda herkes rolünü ezberlemiş gibi görünüyor. Oysa en etkili adım bazen rol yapmayı bırakmak ve gerçekten kim olduğunu hatırlamaktır. Çünkü görünmek değil, ait olmak insana huzur getirir.
Hayat gerçekten de bir maskeli balo… Ama herkesin rol yaptığı bu büyük salonda, bazen tek bir dürüst yüz, onlarca süslü maskeden daha fazla iz bırakır.
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER
YORUMLAR