Teknolojinin zirveye ulaştığı çağda, insanlar birbirine hiç olmadığı kadar uzak. Yalnızlık, depresyonun sessiz tetikleyicisi ve intiharın görünmeyen yol arkadaşı haline geliyor.”
Modern çağın en büyük paradokslarından biri, iletişimin hiç olmadığı kadar kolaylaştığı bir dünyada insanların kendilerini hiç olmadığı kadar yalnız hissetmesidir. Yalnızlık, artık sadece bireysel bir duygu değil; depresyonu, umutsuzluğu ve nihayetinde intiharı tetikleyen derin bir toplumsal yara haline gelmiştir.
Finlandiya’da intiharlar üzerine kapsamlı bir araştırma yürüten Jouko Lönnqvist’in şu sözleri, bu gerçeği çarpıcı biçimde özetliyor: “İntihar edenlerin büyük bir kısmı günlük yaşamlarında yalnızdı. Boş vakitleri çoktu; fakat sosyal ilişkileri azdı.”
Japonya’da ise Hamamatsu Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Psikiyatr Kenshiro Ohara, orta yaşlı erkekler arasındaki intihar oranlarındaki artışın temel nedenini “duygusal soyutlanma” olarak açıklıyor.
Yani, birey kalabalık bir şehirde bile görünmezleşiyor, yaşamın anlamını yitiriyor.
Aslında, toplumbilim, bu trajediyi uzun yıllardır analiz ediyor:
Émile Durkheim, klasikleşmiş eseri İntihar’da şu çarpıcı tespiti yapmıştır: “Bireyin toplumsal bağlarının zayıflaması, onu yalnızca yalnızlığa değil, umutsuzluğun en uç noktasına götürür.” (Durkheim, 1897).
Yani aidiyet eksikliği, yaşamın en temel dayanaklarından birini koparır.
Zygmunt Bauman ise Akışkan Modernite’de modern dünyanın insan ilişkilerini “tek kullanımlık” hale getirdiğini vurgular: “Bağlar kurmak zorlaştı, bağları sürdürmek ise daha da zor.” (Bauman, 2000).
Bu kırılgan ilişkiler, insanın güvenli bir liman bulamamasına, yalnızlığın kronikleşmesine neden oluyor.
Anthony Giddens da Modernliğin Sonuçları’nda modern toplumun “kişisel ilişkilerde belirsizlik ve süreksizlik” ürettiğini söyler (Giddens, 1991).
Bu belirsizlik, bireyin kendisini değerli ve anlamlı hissetmesini zorlaştırır, onu içsel bir boşluğa sürükler.
Psikoloji cephesinde tablo farklı değil. İntiharın Psikolojik Faktörleri (Yıldırımer, 2022) adlı kitabımda da ele aldığım gibi, intihar çoğu zaman bir anda alınan bir karar değil; uzun süreli yalnızlık, umutsuzluk ve değersizlik duygularının birikmiş sonucu olarak ortaya çıkar. İnsan, bir noktadan sonra “yaşamın yükünü taşımaya değmeyeceğine” dair yıkıcı bir inanç geliştirir.
Çözüm ise mümkün:
Koruyucu ruh sağlığı yaklaşımları, bireyleri yalnızlığın karanlık girdabına kapılmadan desteklemeyi amaçlıyor. Sosyal bağların güçlendirilmesi, psikolojik destek ve EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme Terapisi) gibi modern terapiler, kişinin yaşamla yeniden bağ kurmasına yardımcı olabiliyor.
Toplum olarak atmamız gereken en büyük adım, yalnızlığın bir “kişisel eksiklik” değil, modern yaşamın dayattığı bir toplumsal sorun olduğunu kabul etmek. Daha çok teknolojiden, daha hızlı yaşamdan değil; daha gerçek bağlardan yana bir dönüşüm gerçekleştirmek zorundayız.
Çünkü en büyük sessizlik, intihar edenin ardında bıraktığı boşluk değil; yaşarken duyuramadığı çığlığıdır.
“Bazen bir insanın hayatını kurtaran şey, ilaçlar değil; ‘yanındayım’ diyen tek bir sözdür.”
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER
YORUMLAR