Kadın ve Erkek Rollerinin Sessiz Devrimi
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER

Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER

Kadın ve Erkek Rollerinin Sessiz Devrimi

25 Eylül 2025 - 13:07

Diziler, Sosyal Medya ve Bilinçaltı Kodlama Üzerine Bir Sosyolojik Okuma

Kadın ve erkek rollerinin tarihsel akışını düşündüğümüzde, bugün yaşadığımız dönüşüm yalnızca bireysel tercihlerin değil; medyanın, sosyal ağların ve görünmez reklam stratejilerinin de bir ürünü. 

Geleneksel aile dizilerinden sosyal medyanın “trend” akışına kadar her platform, toplumsal cinsiyet algılarımızı yeniden şekillendiren bir laboratuvar gibi işliyor. Bu dönüşümün satır aralarına baktığımızda ise yalnızca gündelik eğlence değil, güçlü bir bilinçaltı kodlama görüyoruz.

Dizilerin Görünmeyen Gücü

Fransız sosyolog Pierre Bourdieu, kültürel sermayenin bireylerin davranışlarını nasıl biçimlendirdiğini söylerken, televizyon dizilerinin bu sermayeyi yeniden üreten başlıca araçlardan biri olduğunu adeta önceden işaret etmişti. 

Bugün popüler dizilerde erkek karakterlerin kırılgan, kadın karakterlerin ise güçlü ve bağımsız kurgulanması; seyircinin zihin haritasında “güç–cinsiyet” denklemini sessizce dönüştürüyor. Bu, yalnızca bir senaryo tercihi değil, tüketim alışkanlıklarımızı da şekillendiren bir kültürel yatırım.

Sosyal Medya: Örtük Reklam ve Kimlik İnşası

Alman sosyolog Niklas Luhmann, modern toplumda iletişimin kendisinin bir “gerçeklik üretme” mekanizması olduğunu belirtir. 

Instagram ve TikTok gibi platformlar bu tespitin en canlı kanıtı. 

Kullanıcıların “gündelik paylaşım” sandığı içeriklerin çoğu, markaların örtük reklam stratejileriyle besleniyor. Renk paletlerinden müzik seçimlerine kadar her detay, bilinçaltımıza “arzu edilen yaşam” mesajı yolluyor. Bu mesaj, yalnızca bir ürün satın almaya değil, kadın ve erkek rollerine dair beklentilerimizi de yeniden kodluyor.

Tüketim Kültürü ve Yeni Roller

Amerikalı düşünür Herbert Marcuse, “Tek Boyutlu İnsan”da bireyin tüketim üzerinden yönlendirilmesini eleştirirken; bugünün sosyal medya çağında bu yönlendirme çok katmanlı bir biçim aldı. 

Kadının güçlü ama aynı zamanda estetik kaygılara mahkûm edilmesi, erkeğin duygularını ifade ederken yine de statüsünü koruma baskısı, tüketim kültürünün çelişkili ama kârlı kurgularıdır. Like’lar, takipçi sayıları ve sponsorlu içerikler, bu kurguyu ayakta tutan görünmez para birimlerine dönüştü.

İlişkilerde Yeni Dinamikler

Bu değişim yalnızca ekranlarda ve paylaşımlarda kalmıyor; günlük hayatın en mahrem alanı olan ilişkilerde de kendini gösteriyor. Kadınların ekonomik ve duygusal bağımsızlığının artması, erkeklerin geleneksel “koruyan ve yöneten” rolünden uzaklaşması; romantik ilişkilerin dilini, beklentilerini ve çatışma biçimlerini kökten dönüştürüyor.

İngiliz sosyolog Anthony Giddens, “The Transformation of Intimacy” adlı eserinde, modern aşkın artık “saf ilişki” modeline kaydığını vurgular: 

İlişkiler, ekonomik zorunluluklar yerine karşılıklı doyum ve eşitlik arayışı üzerine kuruluyor. Bu da dizilerde gördüğümüz güçlü kadın karakterlerin ve duygularını ifade eden erkek figürlerin gerçek hayatta da karşılık bulduğunu kanıtlıyor.

Artık çiftler, geleneksel “fedakârlık ve tahammül” üzerine değil, bireysel gelişim ve karşılıklı tatmin üzerine kurulu ilişkiler arıyor. Bu yeni denklem, hem özgürleştirici hem de kırılgan: 

Bağımsızlığın artması, bağlanmayı hem daha seçici hem de daha geçici kılıyor.

Bilinçaltı Kodlamanın Psikolojisi

İtalyan sosyolog Franco Ferrarotti, modern toplumda medyanın “duygusal hafıza” yarattığını savunur. 

Dizi replikleri, viral videolar ve popüler şarkılar; yalnızca eğlencelik değil, bilinçaltımızda duygusal bir çağrışım zinciri kurar. Bu zincir, “doğal” sandığımız kadın–erkek davranışlarının aslında nasıl planlı bir pazarlama stratejisinin ürünü olduğunu gösterir.

Sonuç: Görünenin Ötesine Bakmak

Bugün kadın ve erkek rollerinin değişimi, salt bir toplumsal eşitlik mücadelesi değil; aynı zamanda bir medya mühendisliği sürecidir. 

Bourdieu’nün habitus kavramı, Luhmann’ın iletişim teorisi, Marcuse’ün tüketim eleştirisi, Giddens’ın saf ilişki modeli ve Ferrarotti’nin duygusal hafıza yaklaşımı birleştiğinde; dizilerden sosyal medya akışına kadar her karede bilinçaltımıza işlenen bir “yeni normal” ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir.

Bu tablo, bizi iki seçeneğe çağırıyor: ya bu kodları sorgulamadan içselleştirip tek tip arzuların tüketicisi olacağız, ya da izlediğimiz her sahneyi, tıkladığımız her paylaşımı ve kurduğumuz her ilişkiyi eleştirel bir süzgeçten geçirerek kendi hikâyemizi yazacağız. 

Toplumsal değişimin gerçek devrimi, tam da bu bilinçli farkındalıkta saklı.

Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER

YORUMLAR

  • 0 Yorum