Cinsellik, tarih boyunca sadece biyolojik bir dürtü değil; aynı zamanda kültürün, dinin ve toplumsal değerlerin şekillendirdiği bir sosyal inşa alanı olmuştur. Bu nedenle “cinsel dürtü bozukluğu” yalnızca bireysel düzeyde değerlendirilmemelidir; aksine toplumsal normların, birey üzerindeki içselleştirilmiş baskılarının ve modernitenin parçalanmış yapısının bir ürünü olarak analiz edilmelidir.
Freud’un Bastırılmış Dürtüler Teorisi: Sapma mı, Başkaldırı mı?
Sigmund Freud, cinselliği bireyin gelişiminde merkezî bir güç olarak tanımlar. Ona göre bastırılan cinsel dürtüler, zamanla çeşitli nörotik davranışlara ya da kompulsif sapmalara yol açar. Cinsel dürtü bozukluğu (hiperseksüalite veya kompulsif cinsellik), Freud’un terminolojisinde “birincil bastırma” sürecinin başarısızlığı olarak da okunabilir.
Toplum tarafından kabul edilmeyen arzuların bilinçdışı düzeyde geri dönmesi, kişinin kendini tekrarlayan ve kontrol edemediği bir döngüye hapsetmesine neden olur.
Foucault ve Bedenin Disiplini
Michel Foucault, cinselliği sadece bir haz nesnesi değil, aynı zamanda iktidarın en yoğun şekilde işlediği alanlardan biri olarak tanımlar. “Cinselliğin Tarihi” adlı eserinde modern toplumun bireyi “konuşmaya, itiraf etmeye, kontrol etmeye” zorladığını söyler.
Cinsel dürtü bozukluğu bu bağlamda, bireyin içselleştirdiği denetim mekanizmalarına karşı bir beden başkaldırısıdır. Foucault’ya göre, “normalliğin sınırları”, patolojiyi tanımlayan değil, onu üreten sınır çizgileridir.
Zygmunt Bauman: Akışkan Arzular, Kırılgan Kimlikler
Bauman’ın “Akışkan Modernite” kavramsallaştırması, cinsel dürtü bozukluğunu modern insanın doyumsuzluk sarmalında açıklamak açısından son derece işlevseldir. Bauman’a göre çağımız insanı sürekli seçeneklere maruz kalır, ancak hiçbirinde kalıcılık sağlayamaz.
Bu bağlamda dürtüsel cinsellik, geçici tatmin arayışlarının bir yansımasıdır.
Tüketim toplumu bireye “hep daha fazlasını istemeyi” öğretirken, ilişkiler bile bir tür “kullan-at” modeline indirgenmiştir. Bu kültürel zemin, dürtü kontrol bozukluklarının yaygınlaşmasına zemin hazırlar.
Giddens ve “Saf İlişki” Paradoksu
Anthony Giddens, modern ilişkilerin “saf ilişki” kavramı etrafında şekillendiğini, yani artık aşk ve cinselliğin geleneksel normlardan çok bireysel tatmine dayandığını savunur.
Bu yeni bağlanma biçimi, bireyde sürekli bir “haz ve onaylanma” beklentisi yaratır.
Cinsel dürtü bozukluğu bu beklentinin patolojik formudur. Özellikle dijitalleşme ve sanal ortamda yaşanan “anlık karşılaşmalar”, bireyin dürtüsel eylemlerini kolaylaştırırken, kontrol mekanizmalarını zayıflatmaktadır.
Toplumsal Normların Saldırısı: Ahlak mı, Anomi mi?
Emile Durkheim’in “anomi” kavramı, cinsel dürtü bozukluğunun toplumsal açıklamasında önemli bir yer tutar. Normların zayıfladığı ya da çelişkili hale geldiği toplumlarda birey, yönsüzlük yaşar. Cinsel alan da bu yönsüzlükten nasibini alır. Ne geleneksel ahlak sistemleri ne de modern bireysel özgürlükler, bireye kalıcı bir yol haritası sunamaz. Bu boşlukta dürtüler, denetimsiz biçimde sahneye çıkar.
SONUÇ: Patoloji mi, Modernitenin Bedeli mi?
Cinsel dürtü bozukluğu, sadece bir ruhsal sağlık problemi değil; aynı zamanda modernitenin bireyi yalnızlaştıran, doyumsuzlaştıran ve sınırları bulanıklaştıran doğasının da bir izdüşümüdür. Bireyin içindeki boşluk, çoğu zaman cinsellikle doldurulmaya çalışılır. Ancak bu, çoğu zaman bir “tamamlanma” değil, “tükeniş” getirir.
Bu nedenle çözüm yalnızca bireyi tedavi etmekte değil, aynı zamanda ona yeniden anlam kazandıracak sosyal bağlar, etik kodlar ve duygusal derinlikler inşa etmekte yatmaktadır.
Toplumu anlamadan bireyi tedavi edemeyiz; çünkü her birey, toplumun sessiz hikâyesini bedeninde taşır.
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER
YORUMLAR