Modern çağın kalabalığında herkes aynı soruyu fısıldıyor: “Neden mutsuzum?”
Günümüz insanı, bolluk içinde yoksunluk, kalabalıklar içinde yalnızlık yaşıyor. Oysa mutsuzluğun kökleri yalnızca bireysel tercihlerde değil, toplumsal düzenin görünmeyen kodlarında gizli.
Sosyolog Colin Campbell, tüketim toplumunu farklı bir yerden ele alır. Ona göre modern insan sürekli “hayali hazların peşinde” koşar. İstediği şeye ulaştığında ise hayal kırıklığı yaşar; çünkü mutluluk, nesnenin kendisinde değil, ona yüklenen beklentidedir.
Campbell bu durumu “romantik etos” olarak adlandırır: Bitmeyen arzu, tükenmeyen tatminsizlik.
Bu noktada psikiyatriye kulak verelim. Irvin D. Yalom, terapötik gözlemlerinde şunu söyler: “İnsanın en derin mutsuzluğu, ölümün kaçınılmazlığı ile yüzleşememesinden doğar.” Ona göre, modern insan sonsuzluğu arzularken, sonluluk gerçeğiyle karşılaşmaktan korkar. Bu korku, günlük hayatta anlamsız öfkeler, doyumsuz ilişkiler ve derin bir boşluk hissi olarak karşımıza çıkar.
Bugün baktığımızda mutsuzluğun temelinde iki boyut öne çıkıyor:
1. Toplumsal Boyut: Campbell’ın işaret ettiği gibi, mutluluk sürekli ertelenen bir hedefe dönüştü. Daha iyi iş, daha güzel ev, daha gösterişli tatil, daha güzel araba… Fakat hedefe ulaşıldığında hayalin büyüsü bozuluyor.
2. Varoluşsal Boyut: Yalom’un dediği gibi, ölümle yüzleşmekten kaçınan birey, hayatın sınırlılığını görmezden geliyor. Bu kaçış, her gün yeniden üretilen bir mutsuzluk döngüsüne dönüşüyor.
Sonuç: Mutsuzluğun Perdesini Aralamak
İnsanların sürekli mutsuz görünmesinin ardında hem toplumsal hem de varoluşsal nedenler var. Campbell’ın işaret ettiği tüketim döngüsü, bireyleri “hiçbir zaman yetmeyen” bir hayatın içine hapsediyor. Yalom’un vurguladığı ölüm korkusu ise insanın zihninde varoluşsal bir boşluk yaratıyor.
Dolayısıyla mutsuzluk, yalnızca bireyin kişisel hatalarından kaynaklanmıyor; içinde yaşadığımız çağın ruhundan da besleniyor.
Peki çıkış yolu ne? Öncelikle mutluluğu sürekli ertelenen bir hedef olmaktan çıkarmak gerekiyor.
Mutluluğu gelecekte değil, yaşadığımız anın içinde fark edebilmek… Sahip olduğumuz şeylere anlam yükleyebilmek… Bunun yanı sıra, ölümün kaçınılmazlığıyla yüzleşmek, hayatı daha bilinçli yaşamayı mümkün kılıyor. Çünkü sınırlılığı kabul eden insan, sonsuzluğu arzulamaktan çok, var olanın değerini görebiliyor.
Profesyonel bir gözle bakıldığında, mutsuzluğu aşmak ne tamamen bireysel terapilerle ne de yalnızca toplumsal dönüşümle mümkün. Her iki düzlem de birlikte ele alınmalı. Kişisel farkındalık çalışmaları, psikoterapi, toplumsal dayanışma ağları ve tüketim alışkanlıklarının sorgulanması bir bütün olarak ele alındığında, modern insanın mutsuzluk zincirlerini kırmak mümkün olabilir.
Kısacası, mutsuzluk çağımızın en yaygın duygusal iklimi olsa da kader değildir. Anlam arayışına yönelmek, yaşamın geçiciliğini kabullenmek ve bireysel olduğu kadar toplumsal düzlemde de yeni değerler üretmek, belki de modern insanın mutsuzluk perdesini aralayabileceği en güçlü adımlardır.
Çünkü bazen mutluluk, büyük hedeflerin gölgesinde değil; küçük anların ışığında saklıdır.
Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER
YORUMLAR